KISA OYUNUN AMATÖR OYUNCULARI
KISA OYUNUN AMATÖR OYUNCULARI
Hayat ne kadar da kısa hiç fark ettiniz mi? Sanki bir tiyatro oyunu gibi.. Perde açılıyor, oyuncular rollerine bürünüyor, olaylar gelişiyor, oynanması gereken tüm sahneler seyirciye gösteriliyor, oyunun sonuna doğru izleyiciye verilmek istenen mesaj ya da anlatılmak istenen konu her neyse belirtiliyor ve oyuncular izleyiciyi oyun sonu selamıyla selamlayarak sahneyi terk ediyor, ardından perde kapanıyor... Şöyle bir düşünelim.. Hayatlarımız da böyle değil mi sizce? Doğduğumuz an; akciğerlerimize dolan oksijenin ciğerlerimizi yakıp ağlattığı an bizim de kısa tiyatro oyunumuz başlamıyor mu, o an perde açılmıyor mu? Peki ya bizler ne kadar profesyoneliz, oynayacağımız oyunun hakkını veriyor muyuz? Yoksa amatör bir oyuncu edasıyla üstünkörü bir şekilde rolümüzü oynayıp sahneyi terk eden bir oyuncu muyuz..? Yaptığımız şeyin adı sanat mı, yoksa sadece öylesine birşeymiş gibi mi davranıyoruz..? Haydi, sorularıyla ve cevaplarıyla şu kısa oyunumuzu -hayatımızı- biraz ayıklayalım bakalım. Ne de olsa bu kısa oyunun amatör birer oyuncularıyız..
‘Neden amatör birer oyuncuyuz?’ öncelikle bununla başlayalım,
Amatörüz, çünkü işimizi hakkıyla yerine getirmiyoruz. Bir ‘Profesyonel’ işinin hakkını vererek, artısıyla ya da eksisiyle yaptığı işi tüm ihtimal ve olanaklarıyla değerlendirebilen; bunu uygulamalı bir şekilde tüm somut varlığıyla ispat edendir veyahut edebilendir. Lakin bizler bunu beceremiyoruz, yapamıyoruz, elimize yüzümüze bulaştırıyoruz; bu da bizi birer amatör haline getiriyor.. ’Nasıl mesela?’ Değil mi? Açalım şunu biraz daha..
Hayat ne kadar da kısa hiç fark ettiniz mi? Sanki bir tiyatro oyunu gibi.. Perde açılıyor, oyuncular rollerine bürünüyor, olaylar gelişiyor, oynanması gereken tüm sahneler seyirciye gösteriliyor, oyunun sonuna doğru izleyiciye verilmek istenen mesaj ya da anlatılmak istenen konu her neyse belirtiliyor ve oyuncular izleyiciyi oyun sonu selamıyla selamlayarak sahneyi terk ediyor, ardından perde kapanıyor... Şöyle bir düşünelim.. Hayatlarımız da böyle değil mi sizce? Doğduğumuz an; akciğerlerimize dolan oksijenin ciğerlerimizi yakıp ağlattığı an bizim de kısa tiyatro oyunumuz başlamıyor mu, o an perde açılmıyor mu? Peki ya bizler ne kadar profesyoneliz, oynayacağımız oyunun hakkını veriyor muyuz? Yoksa amatör bir oyuncu edasıyla üstünkörü bir şekilde rolümüzü oynayıp sahneyi terk eden bir oyuncu muyuz..? Yaptığımız şeyin adı sanat mı, yoksa sadece öylesine birşeymiş gibi mi davranıyoruz..? Haydi, sorularıyla ve cevaplarıyla şu kısa oyunumuzu -hayatımızı- biraz ayıklayalım bakalım. Ne de olsa bu kısa oyunun amatör birer oyuncularıyız..
‘Neden amatör birer oyuncuyuz?’ öncelikle bununla başlayalım,
Amatörüz, çünkü işimizi hakkıyla yerine getirmiyoruz. Bir ‘Profesyonel’ işinin hakkını vererek, artısıyla ya da eksisiyle yaptığı işi tüm ihtimal ve olanaklarıyla değerlendirebilen; bunu uygulamalı bir şekilde tüm somut varlığıyla ispat edendir veyahut edebilendir. Lakin bizler bunu beceremiyoruz, yapamıyoruz, elimize yüzümüze bulaştırıyoruz; bu da bizi birer amatör haline getiriyor.. ’Nasıl mesela?’ Değil mi? Açalım şunu biraz daha..
Mesela
kime ‘yalancı’ denir? ‘Yalan söyleyene’ mi “yalancı” deriz biz? Cevabınız evet
ise kesinlikle yanılıyorsunuz; çünkü yalan söyleyebilen insana ‘yalancı’
diyemezsiniz, o çoktan yalan söylemiştir ve siz yakalayamamışsınızdır.
’Yalancı’ yalan söyleyemeyene atfedilmiş bir sıfattır; bakın gördünüz mü ilk
amatörlüğümüzü yaptık bile..
Mesela
‘sevmek’.. Sevebiliyor muyuz cidden, yoksa seviyormuş gibi mi yapıyoruz? Bu
uğraştığımız bir iş olabilir, bir insan olabilir ya da hayatta karşımıza çıkan
veyahut elimizde bulunan herhangi bir şey olabilir; bunun adına ne derseniz
artık.. Bazen sevmediğimiz bir şeyi çok seviyormuş gibi davranırız, bazen o
kadar profesyonellik sayılabilecek davranışlar kovalarız ki çevremizdekileri
gerçekten buna inandırırız. Ama şöyle de bir şey var ki, kimi zaman da bir
yerlerden açık veririz. Birileri gelir, açığımızın ucundan tutar ve bizi hiç
bilmediğimiz, tecrübe edinmediğimiz yerlere sürükler.. Böylesine bir amatörlüğü
yapabilme ihtimalimiz var mı?, olabilir aslında.. Peki ya bu yaptığımız
profesyonelliğe sığar mı, yer bulabilir mi bu kavram içinde? Bence hayır; bak
yine amatörce davrandık, gördün mü?
Anahtar kelime: "Dürüstlük"
Sorular
sorup cevaplar veriyoruz, peki ya dürüst müyüz?
Sizce anahtar kelimemiz bu
olabilir mi? “Dürüstlük”..
Evet, evet yanlış duymadınız; anahtar kelimemiz bu
olabilir mi, ‘dürüstlük’ olabilir mi? Profesyonelliğimize engel olan şey, yeterince
dürüst olmayışımız ya da olamayışımız olabilir mi? Neden bunu yapıyoruz, neden
önce kendimize sonra çevremize dürüst olmuyoruz? Bu durum kötü bir şey mi, ahlaksızca
mı yoksa etik kurallarına mı aykırı? Neden yanlış şeyleri yapmakta üsteliyoruz
ki, yoksa kırılırız ya da inciniriz diye mi korkuyoruz? Tüm bunların sebebi,
yersiz endişe ve korkularımız.. Değil mi? Lakin bizleri hayata bağlayan, bir şeylerin
üstesinden gelmemiz için bizlere ilham kaynağı olan şey ‘Korku ve Endişe’ Sayın Okur’um..
Biliyor muydun bunu, hiç fark
ettin mi ya da sorguladın mı?
Zihnimizde canlandırarak ilerleyelim o halde, yardımcı olabileceğini düşünüyorum çünkü.. İnsanoğlu dünyaya geldiğinde sadece iki şeyden korkarmış; birincisi yüksekten yada herhangi bir yerden düşme korkusu, ikincisi ise yüksek ses korkusu.. Bilim bunu söylüyor, ben de onun yalancısıyım. (Bak ‘Yalancıyım’ dedim, bunu bile beceremiyorum gördün mü? Ben de senin gibi amatörüm merak etme, beraberiz seninle..)
Diğer korku ve endişelerimizin hepsini zaman içerisinde yaşayarak öğreniriz. Haydi sıralayarak gidelim.. Mesela öğrenciysek eğer, dersimize vaktinde gitmeliyiz değil mi? Bu aynı zamanda bizim sorumluluğumuz, geç kalmamak için acele ederiz ya da zaman planlaması yaparak hareket ederiz. Çünkü aksi takdirde öğretmen bizi derse almayabilir, e haliyle de bu durum bizde endişe uyandırır kimine de korku.. Mesela aylık maaşlı, tam zamanlı çalışan biriyiz diyelim; işimize sabah vaktinde gitmeliyiz değil mi? Yoksa patronumuzla ya da amirimizle -kısacası işverenimizle- sorun yaşayabiliriz, daha da ilerisi bu tür sorunlar birikerek bizim yaptığımız işten kovulmamıza sebep olabilir. İşsiz kalabiliriz, düşünsene biraz.. Akşam eve ekmek götüreceğin bir işin yok, faturalarını ödeyeceğin bir işin yok, kıyafet alabilecek parayı kazanabileceğin bir işin yok, ev kiranı ödeyebileceğin bir işin yok, ailen varsa ailenin ihtiyaçlarını karşılayabileceğin bir işin yok, yok yok yok yok... Ne kadar da korkunç değil mi, tıpkı uykunda bir kabusla boğuşmak gibi.. Bak bunu da sonradan öğrendik, bilmiyorduk ki dünyaya geldiğimizde ciğerlerimizi yakan o oksijeni içimize çekip ağladığımızda bütün bu korkularla ya da endişelerle karşılaşabileceğimizi; bilmiyorduk ki.. Hiçbir fikrimiz yoktu, sonradan öğretti hayat bize. Daha bunlar gibi sonradan öğrenilmiş bir sürü korku ve endişe senaryoları yaratabiliriz kendimize, bu bizim elimizde ama bunları bertaraf etmek te bizim elimizde.. ‘Nasıl?’ dediğini duyar gibiyim Sayın Okur.. Anlatalım o halde!
Her şeyden
önce dürüst olalım, dürüst yaşayalım. Erdemli birer birey olalım, hem kendimize
hem de çevremize karşı örnek davranışlar sergileyelim. Yalan söylemeyi ya da
bunu denemeyi bırakalım ve aldatan olmayalım; hiç kimse ‘Yalancı’ veya ‘Aldatan’
olmak istemez değil mi? İstesek bile olmayalım be vallahi bak, samimi olalım. İçimizde
ne varsa dışımızda bunu sergilemekten korkmayalım, bu konuda utanacak ya da
çekinecek sebepler görüyorsak iç dünyamızda ne olur bunları bertaraf edip iç
huzuru yakalayalım Sayın Okur.. Sahte bireyler olmayalım, biz istemedikçe kimse
bize bir kötülükte bulunamaz; bunu var gücümüzle engelleyebiliriz çünkü.. Mücadele
etmek yaradılışımızda var, bizler böyle canlılarız bunu inkar edemeyiz ve bunu
savunabiliriz.
Sayın Okur,
İnsanlar, çok kötü!
İnsanlar, fesat!
İnsanlar, hain!
İnsanlar, ellerindekinin kıymetini bilmiyor!
İnsanlar, hem kendine hem de çevresine karşı bir ihanet
havuzunun içinde!
İnsanlar, aldatıyor ve aldatılıyor!
İnsanlar, kendisinde olmayanı başkasında görmeye tahammül
edemiyor!
İnsanlar, çok kötü Sayın Okur’um çok kötü...
Ne gerek var bütün bunların hepsine, iyi olmak varken ve
iyiye ulaşmak varken niçin kötü ve karanlık tarafı seçiyoruz..? Halbuki
aydınlık bizi tüm şehvetiyle çağırıyor, niçin dikkatimizi vermiyoruz? İnanın
hayat o kadar kısa ki vakti geldiğinde ve arkamıza baktığımızda ne bıraktığımızı
sorgulamamız gerek. Sahteliklerden uzaklaşmamız gerek, olduğumuz gibi olmak
gerek, olduğumuzdan farklı görünmek için çabalamamak gerek, saf ve doğal olmak
gerek, aldanmamak ve aldatmamak gerek, değer vermek gerek yaşama ve
içindekilere... Amatör birer oyuncu olmamak gerek!
Hayat o kadar kısa ki, aynı bir tiyatro oyunu gibi.. Perde
açıldı, oyuncular rollerine büründü herkes işini yapmaya çalışıyor ve inan bana
kimse profesyonelliğe oynamıyor herkes işini bitirip evindeki rahat koltuğuna
gitmenin peşinde.. Sanat değil, öylesine bir şey yapıyorlar yani.. Ama zaman
işliyor ve olaylar gelişiyor, vakit öylesine daralıyor ki an gelip oyuncular
oyun sonu selamını verip yanımızdan ayrılabilir ve perde kapanabilir. Kimse
bilemez, her zaman var böyle bir ihtimal ve olacak ta..
Amatör olma Sayın Okur, profesyonel ol! Yaptığın işin
hakkını ver, sorumluluk bilinciyle hareket et! Ve kendine şu soruyu sor
-ansızın perde kapanabilir- :
“ Ben, arkamda neyi miras bıraktım? Profesyonel miydim yoksa
amatör mü?”
Bunun cevabını dürüstçe ve kendin olarak verdiğin ya da
verebildiğin vakit, ‘Profesyonel’ olduğunun farkına varacaksın Sayın Okur’um..
İyi bak kendine, görüşmek üzere...





Yorumlar
Yorum Gönder